Yaz mevsimi geldiğinde Türkiye’nin dört bir yanından insanlar denize, güneşe ve doğaya kavuşmak için sahil şeritlerine yöneliyor. Ancak birçok tatilcinin hâlâ tam anlamıyla keşfetmediği bir cennet var: Mersin. Akdeniz’in bu gözde köşesi, sadece deniziyle değil, tarihî ve kültürel dokusuyla da büyüleyici bir rota sunuyor. Mersin, onlarca plajı, el değmemiş koyları ve doğanın cömertçe sunduğu gizli cennetleriyle adeta bir açık hava müzesi. Kimi zaman bir antik kent kalıntısında tarihle iç içe, kimi zaman turkuaz denizli bir plajda huzurla baş başa kalabiliyorsunuz. Sahip olduğu bu zenginlik sadece Türkiye için değil, dünya için de değerli bir hazine. Ancak bu güzelliklerin korunması ve geleceğe aktarılması için duyarlı bir turizm anlayışına ihtiyaç var. Plansız yapılaşma, çevresel tahribat ve kültürel değerlerin göz ardı edilmesi gibi tehditlerle karşı karşıya kalan Mersin’in geleceği, sürdürülebilir adımlara bağlı. Doğal güzelliklerin korunması bir lüks değil, bir zorunluluk. Aynı zamanda bu güzelliklerin dünyaya tanıtılması da önemli bir görev.
Mersin hem ulusal hem uluslararası arenada çok daha fazla görünür olmayı hak ediyor. Tanıtım faaliyetlerinin artırılması, yerel ürünlerin ve değerlerin öne çıkarılması ve turizm alt yapısının güçlendirilmesiyle Mersin, sadece yazlıkçıların değil, yıl boyunca gezginlerin uğrak noktası haline gelebilir. Bugün atılacak adımlar, yarının turizm vizyonunu belirleyecek. Mersin’in cazibe merkezi olması için hepimize düşen sorumluluklar var. Yerel yönetimlerden sivil topluma, turizm işletmelerinden bireysel ziyaretçilere kadar herkesin katkısı, bu güzelliklerin yaşatılmasında belirleyici olacak. Unutulmamalı ki Mersin sadece bir şehir değil, keşfedilmeyi bekleyen bir yaşam tarzı… Ve bu yaşam tarzı, özenle korunmayı ve övgüyle anlatılmayı hak ediyor.