Merkez Hamamı’nın hemen güneydoğusundaki Merkez Kilisesi, özellikle içindeki granit sütunlarıyla birlikte görülmeye değer. Granit sütunların altındaki mermer kaideler, restorasyonla yeniden ayağa kaldırılmış. Tamamı taş malzemeden yapılan bu kilisenin içindeki granit sütunlar, oldukça dikkat çekici. Bazilikal planlı tasarlanmış kilise, iki sıra granit sütunlara sahiptir. Üçer adet sütun dizisi, orta ve yan nefleri birbirinden ayırarak, kiliseyi üç bölüm haline getirmiştir. Apsisin her iki yanında, kilisenin değerli eşyalarının ve adakların saklandığı pastophorion (küçük odalar) yer alır. Kilise M.S. 5. ve 6. yüzyılda hizmet vermiştir.
Antik kentin kuzeyinde, nekropolün içerisindeki Nekropol Kilisesi, üç nefli bazilikal planlı ve doğu-batı yönlüdür.Zemindeki mozaikler, geometrik motiflerle bezenmiş ve mozaiklerde kiliseye bağışta bulunan hayırseverlerin isimlerinin geçtiği bölümler (tabula ansata) yer almaktadır. Bu mozaiklerden en dikkat çekici olanı, üzerinde palmiye ağacının her iki yanında duran bir leopar ve oğlak figürü tasvir edilen mozaiktir. Kilisenin M.S. 5. yüzyılda yapıldığı ve 580 yılında yaşanan depremden sonra da yapının kilise vasfını yitirdiği düşünülmektedir.
Kentin “Aşağı Şehir” olarak adlandırılan bölümünde, M.S. 5. yüzyılın ikinci çeyreğinde yapılan Hazine Kilisesi yer alır. 27 x 31 m ölçülerinde, üç nefli ve bazilikal planlı kilisenin güney nefinde yapılan kazılarda zemin mozaikleri üzerinde 25 kişiye ait iskeletler bulunmuştur. Kazılarda ayrıca altın küpe, altın objeler, altın plaklar, haç betimli dekorasyon gereçleri gibi yaklaşık 35 adet d obje ele geçirilmiştir. Bu sebepten, kilisenin bir dönem kutsal emanetlerin saklandığı yer olarak düşünülmüş ve yapı Hazine Kilisesi olarak anılır olmuştur. Kilise M.S. 7. yüzyılın başlarına kadar kullanılmıştır.
Kentteki bir diğer kilise de M.S. 5. yüzyılın ilk çeyreğinde yapılan Kutsal Aposteles Kilisesi’dir. Sahile en yakın konumda yapılan kilise, 41 x 19 m ölçülerindedir. Günümüze temel seviyesinde kalıntılarla ulaşmış kiliseyi, kentteki diğer kiliselerden ayıran en önemli özellik atriuma (avlu) sahip olmasıdır. Zemini mozaikle kaplı kilisenin narteksindeki mozaiklerde, Kutsal Aposteles’in sevdiği dostları tarafından kilisenin yeniden yapıldığı ya da onarıldığı gibi bilgiler yer almaktadır.
Anemurium, hamam ve kilise yapılarından başka bir çok önemli yapıya da sahiptir. Bunların içinde en dikkat çekici olan yakın zamanda restore edilen odeondur. Müzik evi olarak hizmet veren odeonun, başarılı bir restorasyondan geçtiğini düşünmüyorum doğrusu. Yapılan çalışmalar maalesef yapıyı, eski antik görünümünden çok uzaklaştırmış. Günümüzün belediyelerinin yaptığı amfi tiyatrolara benzemiş. Eski halina dokunulmasaydı, çok daha iyi bir görünüm içerisinde olurdu. Bouleuterion olarak da hizmet verdiği düşünülen odeon, 31 x 21 m ölçülerinde, dört cepheli ve iki katlıdır. Yaklaşık 1100 kişiyi ağırlayabilecek kapasiteye sahip olan yapı 15 oturma sıralı cavea, gösterilerin yapıldığı bir orkestra, sahne binası (scene), arka sahne (postscene) ve alt katta yer alan tonozlu galeriden oluşmaktadır. Odeon’un M.S. 2. yüzyıl’da veya M.S. 3. yüzyılın başında yapıldığı düşünülmektedir.
“Yüksek Şehir” olarak adlandırılan Akropol, kentin güney ucunda, denize doğru çıkıntı yapan oldukça yüksek bir zirvede, sarp ve tepelik bir arazi üzerindedir. 150 metre yükseklikteki Akropol, 73.000 m2’lik bir alanı kaplar. Kuzey ve doğu tarafları, sur duvarları ve kulelerle çevrili olan Akropol, Orta Çağ’da büyük bir onarım görmüştür.
Yarım daire formlu Anemurium Tiyatrosu, günümüzde büyük oranda toprak altında ve kazısının yapılacağı günleri beklemektedir. Bir yamaca yaslanarak oluşturulmuş caveası (oturma sıraları), denize doğru bakmaktadır. Günümüzde oturma sıralarına dair izler neredeyse kaybolmuştur. Sahne binasının ise sadece duvar temelleri gözlemlenmektedir. Tiyatronun, kentin refah seviyesinin yüksek olduğu M.S. 3. yüzyılda yapıldığı düşünülmektedir.
Kentin kuzeyinde, doğu-batı doğrultusunda, iki sıra halinde yapılmış su kemerleri yer alır. Kilikia Bölgesi’nde, Akdeniz’in kurak iklimi sebebiyle yaşanan genel su sıkıntısı Anemurium’da da kendisini göstermiş ve Korykos ve Elaiussa Sebaste’deki gibi kentin su ihtiyacı uzak noktalardaki su kaynaklarından, su kemerleri aracılığıyla kente ulaştırılmıştır. Toplam uzunluğu 1,5 kilometre olan kemerlerin yapımında, yörenin mavi kireç taşları kullanılmıştır.
Anemurium’da son olarak bahsedeceğim bölüm, Roma Dönemi mezarlıkları içerisinde belki de en iyi korunmuş olan nekropol (mezarlık) olacak. Güneyden kuzeye doğru yaklaşık 100.000 m2’lik oldukça geniş bir alanı kaplayan nekropolde Beşik Tonozlu Mezar, Baldakhen/Mausoleum Tipli Mezar, Kesik Koni Tipli Mezar, Eksedra/Aedicula Tipli Mezar, Kubbeli Mezar gibi birçok mezar tipi bir aradadır. M.S. 1.- 4. yüzyıllar arasında yapılan, yaklaşık 350 adet mezaın bulunduğu nekropol, Kilikia Bölgesi’nin en büyük ve en zengin nekropolüdür. Nekropol adeta bir mezarlık alanı olmasından çok, yakın zamanda terk edilmiş bir yerleşim yerinin konutlarını andırmaktadır.
Kenti bir gün ziyaret etme şansınız olursa, çatısına kadar korunmuş birçok yapıyı, sarp bir yamaç üzerine kurulan akropole ait Hellenistik ve Orta Çağ’a ait sur duvarlarını, Aşağı Şehir olarak adlandırabileceğimiz kuzey bölümde sahile yakın düzlükte, günümüzde bile bütün görkemini koruyan odeon, tiyatro, bazilika, palaestra, 5 hamam, 4 kilise, su kemerleri gibi kamusal yapıları, kentin sırtını yasladığı kuzey yamaçlarında çatısına kadar korunmuş birçok mezar tipinin bir arada olduğu, Türkiye’nin en büyük nekropol alanını birarada görmeniz mümkün olacaktır. Bütün bunları gördükten sonra adımlarınızı, antik kent sınırlarındaki Türkiye’nin en güney ucu olan “Anamur Burnu”na yöneltin. Oradan Akdeniz’in turkuaz renkli sularından, kentin antik limanına süzülerek gelen bir antik dönem yelkenlisini kentin limanına gelip demirlediğini hayal ederek ziyaretinizi tamamlayın. Mevsim yazsa eğer, antik limanın ılık sularına dalıp, yükünü kıyıya yanaştıramadan batan yelkenlilerden, suların maviliklerine gömülen amfora parçalarını görmeden, antik kentten ayrılmayın derim.