Dağlık Kilikia’da Olba Territoriumu denilen bölgenin kuzeyinde yer alan Olba Antik Kenti, Hellenistik Dönem’de Olba Rahip Krallığı’nın başkenti, önemli bir dini merkez ve krallığın önemli bir ticaret kenti olmuştur. Olba’nın asıl yerleşimi akropol ve çevresinde şekillense de, yerleşim Şeytan Deresi vadisine doğru gelişim gösterir. Antik dönemde Mitan (Miytan) da denilen bu vadinin içinden geçen antik yol, Olba Antik Kenti’nin su kemerinden başlayarak, bazen kanyonun doğu yamacından bazen de batı yamacından 35 km devam eder ve Korykos’a kadar uzanır.
Vadide, Olba Antik Kenti’nin bir çok önemli yapısı yer alır. Bunlar aquadakt (su kemeri), akropol üzerindeki kuleler, Olba Manastırı ve çevresindeki yapılar, konut yerleşimleri, nekropol alanlarındaki lahit mezarlar ve kale gibi çeşitli yapılardır. Çok zor olmayan zevkli bir yürüyüşle, Olba’nın bütün bu önemli yapılarını, kanyonun içerisinde bir bir görme şansına sahip olabilirsiniz. Kanyonun başlangıcı aslında nekropol alanı olarak kullanılmış. Bu sebepten de kanyonun başlangıcından itibaren geniş bir alana yayılmış sayısız kaya mezarına, kanyonun her iki yamacında sık sık rastlayacaksınız.
Akropol alanının hemen doğusundan başlayan vadide, ilk göreceğiniz antik yapı aquaeductus (su kemeri) olacaktır. Bu kemer bırakın Kilikia Bölgesi’ni belki de Anadolu’daki en görkemli ve dikkat çekici kemerlerdendir ve Mersin’in antik yapıları arasında simgesel bir görünüm taşıyan eserlerin de en başında yer alır. Kanyonun içerisindeki uzunluğu 150 metre olan bu su kemeri, 25 metre yüksekliğinde ve iki katlıdır. Kemer, M.S. 199’da Septimus Severus döneminde yapılmıştır. Kemerin üzerindeki yazıtta “Olbalıların Kenti” ifadesi şehrin adlandırılmasındaki en önemli kaynaklardandır. Su kemerinin korunması ve çevrenin de korunmasını sağlamak için, Akropol’ün üzerinde iki tane de kule inşa edilmiştir. Anıtsal çeşmeyle aynı dönemde yapılan kemerler, 566 yılında II. Justinus zamanında onarım görmüştür. Akropolün üzerinde kurulmuş bulunan antik şehirdeki diğer kalıntılar arasında ev temelleri de bulunmaktadır. Bu ev kalıntıları ve diğer kalıntılar buranın, Helenistik, Roma ve Erken Bizans Dönemleri’nde de iskan gördüğünü bize göstermektedir.
Vadinin girişindeki aquaeductusun 400 metre güneyinde, vadinin doğu yamacındaki Olba Manastırı, Hristiyanlık Dönemi yapıları açısından ayrıcalıklı bir konumdadır. Çünkü manastır Kilikia ve İsauria Bölgelerinin en eski manastırlarındandır. Manastırda bugüne kadar yapılan kazılarda çok önemli bulgulara ve bilgilere ulaşılmıştır. Bunlar içerisinde hiç kuşku yoktur ki 2015 yılında manastırdaki kazılarda ortaya çıkartılan ve yaklaşık 1.800 yıl öncesine dayanan Olba Manastırı Mozaiği, oldukça değerlidir. Silifke Müzesi’nde koruma altına alınan ve Severuslar Dönemi’ne tarihlenen mozaiklerdeki ilk panoda, Tryphe (Lüks), Bios (Yaşam) ve Pro To Lousia ( İlk Banyo) kişileştirmeleri büst olarak tasvir edilmektedir. İkinci panodaysa, gamalı haçlardan oluşturulan kare çerçeveler içinde Eros tasvirleri vardır. Bu tasvirlerde Erosların birisi lir çalarken diğeri çifte aulos çalmaktadır. Bir diğeri ise elinde mızrağı ve yanındaki köpeği ile birlite koşarak tasvir edilmiştir.
Vadiden güneye doğru 2-3 km kadar ilerledikten sonra, kentin en erken kilisesi olan Mağara Kilise’ye ulaşılır. 2001 yılındaki araştırmalarda bulunan kilise, eski çağlardan beri çok farklı işlevlerde kullanılmış olsa da Geç Antik Çağ’da Hristiyanlığın ilk ortaya çıkmaya başladığı dönemlerde, Roma’nın bu yeni inanca karşı baskıcı ve acımasız bir tutum içerisinde olması, mağaranın Hristiyanlar tarafından en erken kilise yapısı olarak kullanılmasını sağlamıştır. Mağara Kilise’nin içindeki apsisler ve kazıma yöntemiyle yapılmış olan bir Haç, buranın Hıristiyanlığın ilk yüzyıllarından itibaren kullanılan bir kilise olduğunun göstergesidir. Mağara Kilise’nin hemen önünde yapılmış kaçak kazılar, bu alanda bir başka kilise yapısının daha varlığını kanıtlamaktadır. Hristiyanlığın Roma İmparatorluğu tarafından kabulünden sonra Mağara Kilise’nin kullanımına gerek kalmayınca, mağaranın önüne başka bir kilise yapıldığı düşünülmektedir.
Vadinin girişinden itibaren, her iki yamaçtaki kaya mezarlarının çokluğu dikkat çekicidir. Bu kaya mezarlarından en ilgi çekici olanı, kanyonun çok gizli bir yerinde yer alan rölyefli kaya mezarıdır. Kaya Kilisesi yakınlarındaki bu mezar, rölyefleri bakımından emsallerine göre çok farklıdır. Bu mezarı diğerlerinden farklı yapan özellik, rölyeflerinin sayıca çokluğudur. Bu rölyefli mezarların büyük çoğunluğu genellikle, birbirinin aynısı olan kompozisyonlar içerir. Kline üzerinde yatan erkek ölen kişiyi simgelerken, erkeğin hemen solunda bir tabure üzerinde oturmuş eşi, ayak ucunda oturmuş çocuğu ve ailenin biraz uzağında güvenliği sağlayan bir askerin yer aldığı sahneler, en alışılagelen sahnelerdir. İlgi çekici olarak nitelendirdiğim bu mezardaysa, sahnenin en kenarında bir Roma askeri, onun hemen yanında bir aslan kabartması ve kalkan kabartması, kline üzerinde yatan erkeğin ayak ucunda çocuğu, omuzunun sol tarafında karısı yer alır. Bu tip sahneler tek bir yüzeyde gösterilirken bu sahnede, sağa dönülen ikinci yüzeyde de kabartmalar devam etmiştir. İkinci yüzeyde 9 - 10 yaşlarında iki çocuğun daha betimlendiğini görmekteyiz. Bu çocuklardan en sağda yer alanının elinde, palmiye dalını andıran yelpaze benzeri bir araç tutmaktadır. Bu sahnede toplamda 6 kişi ve bir aslan betimlenmiştir. Bu da sahneyi Kilikia Bölgesi’nin en zengin içerikli rölyefi yapmaya yetmiştir. Zor ulaşılan bir yerde oluşu da rölyefin çok az yıpranarak günümüze ulaşmasını sağlamıştır.
Vadi üzerindeki bir diğer önemli yapı da Geç Hellenistik Dönem ya da Erken Roma Dönemlerinde yapıldığı düşünülen Kurşun Kale’dir. Kanyonun kuzeyden başlangıcı olan su kemerinden güneye doğru 7 km yüründüğünde, kanyonun doğu yamacındaki Kurşun Kale’ye ulaşılmaktadır. Kale, vadi içerisinden geçen Olba - Korykos arasındaki yolun güvenliğini sağlamak için, oldukça stratejik bir noktaya yapılmıştır.
Vadinin en önemli tarihi dokusunun, Korykos’un 6 km kuzeyinde, vadinin doğu yamacındaki Adamkayalar olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Adamkayalar’ın bulunduğu bölge, aslında bir kale yerleşimidir. Adamkayalar kabartmalarının kuzeydoğusundaki kale kalıntıları, askeri bir garnizonu da bünyesinde barındırıyor. Surların içindeki kemerler günümüze sağlam bir şekilde ulaşmış. Antik dünyada bir benzeri bulunmayan ve görenleri kendine hayran bırakan Adamkayalar, M.Ö 4.yy ile M.S 2.yy arasında yapıldığı tahmin ediliyor. Kabartmaların yapımının bu kadar uzun bir zamanı kapsamasının nedeni bölgenin kutsal bir alan olarak seçilmesiyle ilgilidir. Çeşitli dönemlerde kayalara kabartmalar yapılmış. Şeytan Deresi Vadisi’nin sarp yamaçlarında adeta bir kartalın, yuvasından vadiyi izlemesi gibi, kabartmalar da vadinin hakim bir noktasından Şeytan Deresi Vadisi’ni yüzlerce yıldır izlemektedir. Adamkayalar’da 9 niş içerisinde 11 erkek, 4 kadın, 2 çocuk ve Roma kartalı kabartmalarını görmek mümkün. Antik dönemin ileri gelenlerine (asker-rahip krallar) ve ailelerine ait bu kabartmalar yalnızca Kilikia bölgesinde değil Anadolu’da hatta dünyada da eşsiz bir durumda.
Vadinin içerisinde, Olba’yı Korykos’a bağlayan çok uzun bir mesafeli bir yol var. Antik Dönemin insanları vadi içerisindeki bu önemli yolu yüzlerce yıl kullanmışlar. Burada çok sayıda eser bırakmışlar. Şeytan Deresi Vadisi’ndeki bütün bu yaşanmışlıkları ve tarihi dokuyu görmek için, en az iki, belki de üç gününüzü ayırmalısınız. Umarım gelecek yıllarda, burayı görmek isteyen ve bu eserlerin kıymetini bilen insanların sayısı artar ve Kilikia Bölgesi’nin bu bakir eserleri, ülkemizde ve dünyada hak ettiği ilgiyi görür.