Mustafa Kemal Atatürk’ü anlamak, yalnızca bir lideri tanımak değildir; bir milletin yeniden doğuşunu, aklın ve bilimin rehberliğinde yükselişini kavramaktır. O, savaş meydanlarında kazandığı zaferlerle değil, milletine kazandırdığı düşünme biçimiyle çağları aşan bir önder olmuştur. O’nun hedefi yalnızca bir ülkeyi kurtarmak değil, bir toplumu geleceğe taşımaktı. Atatürk, geçmişin gölgeleriyle değil, geleceğin ışığıyla ilgilendi. “Yurtta sulh, cihanda sulh” diyerek barışı, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir” diyerek aklı, “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyerek özgürlüğü ilke edindi.

Atatürk’ü anlamak, onun kurduğu Cumhuriyet’in özündeki insan sevgisini ve adalet duygusunu hissetmektir. O Cumhuriyet, yalnızca bir yönetim biçimi değil, halkın iradesine duyulan sonsuz güvenin ifadesidir. Milletine olan inancı, savaşın en karanlık günlerinde bile sarsılmadı. Çünkü O; Türk milletinin potansiyeline, zekâsına ve direncine inanıyordu. Bir ulusun makus talihini, kendi elleriyle değiştirebileceğini gösterdi.

O, bir kurtuluşun değil, bir yeniden doğuşun mimarıydı. Harf devriminden eğitim reformlarına, kadına verilen haklardan ekonomik atılımlara kadar her adımı, bu topraklarda çağdaş bir bilincin yeşermesi içindi. Atatürk, bir ülkenin kurtuluşunun sadece silahla değil, fikirle, bilgiyle, kültürle mümkün olacağını biliyordu. Bu yüzden devrimleri, birer yasa değişikliğinden öte, bir zihniyet değişimiydi. O, Türk insanını yalnızca özgürleştirmedi; düşünmeye, sorgulamaya, üretmeye davet etti.

Kadınlara verdiği değer, çağının ötesindeydi. Kadının toplumsal hayattaki yerini güçlendirerek, ilerlemenin yalnızca erkeklerin omuzlarında taşınamayacağını gösterdi. “Dünyada her şey kadının eseridir” sözü, onun medeniyet anlayışının en saf yansımasıdır. Atatürk, kadını ve erkeği bir bütün olarak görmüş, eşit yurttaşlık fikrini bu topraklara kazandırmıştır.

O’nun devlet anlayışı, insanın onurunu korumak üzerine kuruluydu. Laiklik, vicdan özgürlüğünün; halkçılık, eşitliğin; milliyetçilik, ortak değerlerin simgesiydi. Devletçilik, ekonomik bağımsızlığın; inkılapçılık ise sürekli yenilenmenin ifadesiydi. Bu ilkeler, geçmişin değil, geleceğin ilkeleridir. Her biri, bugün bile çağdaş bir toplumun temel taşlarını oluşturur. Atatürk, sadece bir dönemin değil, her dönemin lideridir.

Mustafa Kemal Atatürk, hayatı boyunca hiçbir zaman halkının üzerinde değil, hep yanında durdu. Onun için “Millet” soyut bir kavram değil, nefes alan, üreten, düşünen insan topluluğuydu. O, Türk milletine güvenmenin, onun potansiyelini ortaya çıkarmanın bir ülkeyi nasıl yücelteceğini kanıtladı. Bugün Türkiye Cumhuriyeti, onun bu inancının en somut eseridir.

Atatürk’ü anlamak, yalnızca onu hatırlamakla değil, onun düşüncesini yaşatmakla mümkündür. Her yeni nesil, onun gösterdiği yolda aklı ve bilimi rehber edinirse, Türkiye daima ileriye gidecektir. Çünkü Atatürk, bir dönemin önderi değil, bir medeniyet bilincinin sembolüdür. Onu anlamak, bir ulusun kendi potansiyeline inanmasını, kendi kaderini kendi elleriyle yazmasını anlamaktır.

Atatürk, bir asrı değil, geleceği aydınlatan bir fikir olarak yaşıyor. Bugün O’nun bıraktığı miras, bir heykelin gölgesinde değil; bir çocuğun merakında, bir öğretmenin ışığında, bir bilim insanının çabasındadır. Onu anlamak, bir nutuk ezberlemek değil, bir ülkenin yüreğinde taşıdığı özgürlük ve ilerleme arzusunu anlamaktır.

O, “Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır” derken, kendinden çok daha büyük bir fikrin temsilcisi olduğunu göstermişti. Bugün bizlere düşen, o fikri yaşatmak, o mirası geleceğe taşımaktır.

Atatürk’ü anlamak, geçmişe değil, geleceğe bakmaktır. Bu ülkenin daima aydınlık kalacağına, bilimin, sanatın ve insanlığın yol göstericiliğinde yükseleceğine inanmaktır. O’nu anlamak, her şeyden önce Türkiye’yi sevmektir.