Maraş olaylarından yaklaşık bir ay sonra Mersin’e göçmüştük. İlkokul ikinci sınıfa gidiyordum. Edip Buran Kapalı Spor Salonu’ndaki bir konsere gittik. Geldiğimiz yıl ya da ertesi yıl mıydı tam hatırlamıyorum ama 12 Eylül 1980 darbesinden önce olduğunu iyi biliyorum. Çünkü aynı salona jimnastik kursuna gidiyorduk. 12 Eylül darbesi olduğunda bize; “Burası artık spor salonu değil, kurslar iptal oldu, artık gelmeyin” demişlerdi. Meğerse yedek cezaevi yapmışlar.

Konsere girdiğimizde Edip Akbayram televizyon ve radyolardan aşikar olduğumuz Mahzuni Şerif’in şarkısı Garip’i söylüyordu. Çocukluğumdan beri bu şarkıyı hep Edip Akbayram’a ait olarak düşünmüşümdür. Çünkü o güçlü sesiyle şarkıya öyle bir coşku katıyordu ki bu şarkı söz yazarı ve bestecisi Mahzuni Şerif’ten daha çok Edip Akbayram’a yakışmıştı bana göre. İşte konser salonuna girdiğimizde salonda öyle güçlü bir tınıyla tüylerimi diken diken etmiş, hayran kalmıştım. Ancak kalabalık arasında Edip Akbayram’ı bir türlü göremiyordum. Sonra kalabalığın arasından bir fırsatını bulup önlere gittim. Edip Akbayram’ı ilk defa yakından gördüğümde onu belden aşağısıyla ilk defa görmüştüm ve şok olmuştum. Çünkü televizyon ekranında onu hep belden yukarısıyla görüyorduk. O güçlü sese sahip mağrur adamın minicik kalmış zayıf belden aşağısını hak etmediğini düşünüp o anki üzülme, acıma gibi karmaşık duygulara kapıldıktan sonra o güçlü sesi ve harika yorumlarıyla okuduğu şarkılar onun sahnede devleşmesine yol açıyordu. Edip Akbayram bir dönemin değil, bütün zamanların şarkıcısı olarak değerli bir sanatçıydı. Gelmiş geçmiş tüm şarkılarını hep severek defalarca dinlemişimdir. Bu güzel adamı kaybettik. Çok üzüldüm. Hayat sonsuz değildir ama tüm ölümler hep erkendir ve zamansızmış gibi gelir. Tüm sevenlerine sabır diliyorum.