Unesco dünya kültür mirası Sarı Keçili Yörükleri Anadolu’da konar göçer üretim ve yaşam biçimini sürdüren son topluluktur. Kayı boyundan gelmektedir. Anadolu'ya göç etmeden önce Tarihçesine bakacak olursak; Türkler Orta Asya'da çoğunlukla bozkırlarda hayvancılıkla uğraşır, kısmen de şehirlerde otururlardı. XI. yüzyılda Anadolu kapılan Türklere açılınca göçebe kesim, yani geçimi hayvancılığa bağlı unsur, Anadolu'da ya dağlık bölgelere ya da dağla sahilin kesiştiği çizgilere yerleşmiştir. Pek tabiîdir ki, bu tercihte etki eden faktör, hayvancılık için gerekil olan yayla-sahil iklimidir. Nitekim Xlll. yüzyılda Moğol önünden kaçan Türk unsurlarda da aynı tercihi görüyoruz. Ve Anadolu'ya gelişten bu tarafa yaklaşık Vll. yüzyıldan beri halâ bu hayatı Toroslar'da devam ettiren oymaklar vardır.
9-131

Selçuklulardan, Osmanlıların hüküm sürdüğü 17.yüzyıla kadar 'yörük' olarak adlandırılan bu göçebe Türklerin yerleşik toplum düzenine giremeyişlerini öteden beri devam eden bir nevi gelenekleri dışında devlet tedbirlerinin lehlerine oluşundan da beslendiğini kabul ediyoruz. 17.11.1017 (1608) tarihli kanun Name’de bulunan "yörük maddesi"nden "Toprak dolayısıyla yörük kadınına, Gerdek vergisine karışılmaz. Yani, yörük kadınları, Gerdek vergisine dahil edilmezler.

Bu vergi, ancak toprak sahibi olanların ve bir yerde daimi surette oturanların kadınlarına aittir. Tütün vergisi, bir köyde oturup vergi gibi bir şey vermeyen halkın evlilerden yılda (6) akçe olarak alınır


10-115

(2).

"Yörük taifesi, konar-göçer halktır. Belli yerleri, sancağa taallûkları ve ihtisasları olmayıp ağaları subaşı'lardır" (3). Görüldüğü gibi pek çok vergiden muafiyet, asıl önemlisi de Ketm-i nüfus (nüfusa kayıtsızlık) oluşları onları vergi dışında askerlikten de muaf kılmıştır.

19.Yüzyılda durum, konar-göçerlikten yerleşiğe geçiş için devlet gücünün kullanıldığını görüyoruz. Fırka-ı İslahiye'nin Toroslar üzerine gönderilişinin nedenlerinden biri de bu idi. Yerleştirme çabalarında zorun dışında teşvik tedbirlerinden de yararlanılmıştır. Kura toplama denen asker celbi sisteminde köyden evlenen erkeklerin askerlikten muaf tutulması bu amaca yöneliktir.
7-166

Sarıkeçililer:

Sınırlı tabiat kaynakları karşısında artan hayvan ve insan sayısı zamanla tarıma yönelmeyi zorunlu kılmıştır. Böylece tarımla da uğraşmaya başlayan konar-göçer unsurların şimdi sözünü edeceğimiz Sarıkeçililerden bir kısmı dışında tamamı köyleşmiştir.

XI.Yüzyıldan itibaren kendilerine Türkmen de denilen Oğuzlar'ın Türkiye Türkleri ile Iran, Azerbaycan, Irak ve Türkmenistan Türkleri'nin ataları olduklarını biliyoruz (4). Ancak, Sarıkeçililer'in Oğuz boylarından hangisine mensup olduğunu belirtemiyoruz.

Sarıkeçili oymağının Sarıkeçi, Sarıkeçili (Sarıkeçilü), Sarıkeçilili (Sarıkeçülülü) (5), adlarıyla da anıldığını İçel, Aydın, Konya, Karahisâr-ı Sahib, Akşehir ve Saruhan sancakları, Doğanhisarı Kazası (Konya sancağı), Antalya Kazası (Feke Sancağı), Eğridir, İsparta, Burdur, Dazkırı ve Uluborlu kazaları (Hamid sancağı), Tavşanlı, Honoz Kazası (Kütahya sancağı) (6) onların yaşadığı çevreler idi. sözü edilen yerleşim birimlerindeki Sarıkeçililerin tamamı yerleşmiştir. Bugün sadece 200 hanelik bir Sarıkeçili ailesi konar-göçer hayat sürdürmekte, bir başka ifade ile topraksızdır. Kışları Içel-Silifke-Gülnar-Anamur sahillerinde yazları da Konya'nın Seydişehir-Beyşehir yaylalarında kira ile yazlamaktadırlar.


12-80

Her geçen gün tarım alanlarının genişlemesi, devletin orman dikim çalışmaları ve en önemlisi çağın gereği bu hayatı sona erdirmeye zorlayan etkilere karşılık tükenmekte olan konar-göçer sayısı çok azdır. Sarıkeçililer, asıllarının Orta-Asya'dan geldiğinden başka bir şey bilmiyorlar. Kendisi ile konuştuğum Sarıkeçili Hacı Ali Atar bu konuda şöyle diyordu:

-Öteden, Orta Asya'dan gelmiş, dedelerimizin dedeleri. Buralarda, Konya'nın Çumra kazasında yaşamışlar. Devir hep böyle gidecek sanıp, yer yurt tutmamışlar. O zamanlar bizimkilere kimse kafa tutamazlarmış. İstediğimiz her yerde yazlar, kışları da Akdeniz'de kışlanmışız.

1928 yılında Ali Rıza Yalgın'ın görüştüğü bir Sarıkeçili yukarıdaki ifadeyi doğrular mahiyette şöyle demişti. "Bizim kötelekle (bir çeşit kavga değneği) döğmüş olsalardı biz buralarda (Yörükeli'ne) konmazdık. Ama geçim daraldıktan sonra bak biz de Araplar gibi yaylâsız, güzlesiz yaşıyoruz" (7).

Sarıkeçililerin bütün varlığı deve, davar ve deve sırtında taşınan ev eşyalarıdır. Sabah gün doğmadan çadırlar sökülüp, develere sarılır, öğleye yakın müsait bir alana çadırlar kurulur. Ertesi sabah aynı uygulama yenilenir. Bazı konaklamalar 2 günü bulabiliyor. Genellikle göç yolları bellidir. Yolun geçtiği köylerin muhtarlığından geçiş izni alırlar. Her geçtikleri ilçede adamları vardır. Bu vasıta ile sürünün aşısı ve doğum-ölüm gibi işlemleri yapılır. Hemen belirtelim halen pek çok Sarıkeçili nüfusa kayıtlı değildir.

4-241

Yolculukları süresince güneşe bakarak saatlerini tespit ederler.

Kendilerince geliştirilen takvimlere bakarak ve geceleyin yıldızların durumuna göre hava tahminleri yapılır. Kimi fırtınalar yaklaştığında çadırlar kaldırılmaz, kimi belli günlerde sürüler güneşe çıkarılmaz.

Düğün ve cenaze merasimleri en yakın köyde yapılır. Ölüleri hayvan sırtında yakın bir köyün mezarlığına taşınıp gömülür, ölüleri dağda bırakma adeti yoktur. Düğün için kız tarafı başlık alır. Başlık deve ve keçi olduğu gibi kısmen altın ve nakit para da olabilir. Para miktarı ekonomiye göre artar. Eskilerde kadınların başı feslidir. Fesin önünde üç-dört katar altın veya gümüş olur. Üç peşli entari giyerler. Uzun gömlek giyilir. Önde "öncek" bulunur. Yeni yetişen nesil bu usulü devam ettirmiyor. Erkekleri de şalvar, şapka ve ceket giyerler. Başkaca erkeklerin değişik bir giysileri yoktur.

2-322

Sarıkeçililerin dili başlı başına incelenecek bir konudur. Çok güzel Türkçe konuşurlar. Kadınları erkekten kaçınmaz. Yabancı erkeklerle beraber otururlar ancak konuşmaktan imtina ederler. islamiyete olan inançları tamdır. İbadetlerini yaparlar. Cuma ve Bayram namazlarını bulundukları yerden ayrılıp mutlaka bir köye giderek topluca yaparlar. Aralarında imamlık yapacak kişiler bulunduğu halde bir yerleşim birimine gitmeyi her zaman tercih ederler. Sarıkeçili çadırlarının ikisini bir arada görmek mümkün değildir.

Birbirine asgari 500 metre uzaklığa kurulur. Her hane sahibinin 100'ün üzerindeki hayvan sayısının birbirine karışmaması için bu tür uygulamaya zorunludur. Ayrıca her sürü kendi çadırını bilir; akşam dağdan dönünce doğruca kendi çadırlarının etrafına koştukları gözlenmiştir.

Sarıkeçili çadırı 5 direklidir. Boyu 2 metreyi bulan "orta direk", bu direği aynı çizgi üzerinde karşılıklı 2 de yan direk takip eder. Boyları orta direğe göre 10 cm. kadar kısadır. Orta direğe karşı 2 de ön ve arka direk vardır. Bunlar da yan direkten 10 cm. kadar kısadır.

Çadırın çözgülük ve atkılığı 2 kat bükülmüş kıldan dokunur. 2-3 metre uzunluk, 50 cm. enlidir.

Çadırın içinde 4 m2'lik bir alan oluşur. Kapı kısmı güneye açılır.

Girişin sağına yatak eşyaları dizilir. Karşısında yiyeceklerin saklandığı çuvallar dizilidir. Girişin hemen solunda ocak vardır. Geriye kalan tek yöne de çeşitli giyecek ve kıymetli eşyaların saklandığı "alaçuvallar" dizilmiştir.

Yer döşemesinde çokça 2,5 x 1,5 cm. ebadında keçe kullanılır. Dokumaları da kendilerine özgüdür Alaçuval-Kılçuvalı-Heybe-Un çuvalı-Seccade-Somat-Kilimler ıstarlarda dokunur ve kullanılırdı.

Keçenin yünü kendilerinden verilmek şartıyla başkalarına yaptırılır.

Sarıkeçililerce yaptırılan hemen bütün keçelerde karşılıklı uzun kenarlarda 20 cm enli iki bordur ile ortada da ayrı bir bordur dikkati çeker. Ortada keçe sahibinin isminin yazıldığı görülmektedir. Keçileri, koyunları, develeri, atları, eşekleri, çoban köpekleri, kedileri ve meşhur kara çadırıyla birliktedir.

Atatürk’ün “Arkadaşlar! Gidip Toros dağlarına bakınız, eğer orada bir tek yörük çadırı görürseniz ve o çadırda duman tütüyorsa şunu çok iyi biliniz ki, bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla bizi yenemez.” Demiştir.

O kadar, ülkesine milletine, vatanına, bayrağına bağlı, saygılı bir toplumdur. Kışın Mersin-Silifke-Anamur arasındaki ormanlık alanlarda çadır kurarken. Nisan sonu, mayıs başları yürüyerek günlerce yol alıp Gülnar üzerinden Ermenek, Karaman, Konya’daki yaylalarda çadır kurarak yaşarlar. (Taşkent, Hadim, Umurlar Seydişehir, Beyşehir yaylası) bin yıldır bu göçer hayatı sürdürseler de günümüzde 153 haneye kadar düşmüşlerdir. Geçimlerini hayvanlardan elde ettikleri, et, süt, peynir, tereyağı satarak sağlarlar.

1-388

Aydıncık Pembecik köyünde yaşayan Kuş Ali’de onlardan biridir. Pembecik köyü Ekşibey yol ayrımında konaklar, mayıs başında oradan çıkarak Tilkiler, Söğüt ve Kurukonak mevkinde gece konaklar. Burası atalarının tarlalarıdır. Yerel çobanlarla otlak alanları ve tarlalara hayvanların girmesi ile ilgili sorunlar yaşansa da Pembecik köyü muhtarı Ahmet Doğan ve bizim devreye girmemizle sorun çözülür. 5 km’lik tozlu çamurlu Kurukonak yolundan sonra; Güneşli, Mederse, Yarmasu ve Bardat istikametinden devam edip Ermenek sınırlarına, oradan da Konya Beyşehir, Seydişehir ilçelerine yerleşirler. Havalar soğuyana kadar kalırlar. Devletin gösterdiği arazilerde konaklarlar. Zor bir yaşam şartları olsa da, eğitimleri aksasa da, bu kültürlerini güçlü bir şekilde sürdürüyorlar.