Seksenli yılların sonunda Mersin’de müzik, resim, edebiyat, mimari, arkeoloji, yerel tarih meraklıları kentin bakir sanat ortamına son verecek, kültür ve sanat alanlarında etkin olacak bir sivil toplum örgütü kazandırmaya karar vermişlerdi.

Kentte sanat üretimini destekleyeceklerdi. Yerelde ve dünyada üretilmiş sanat eserlerini tanıyacaklar, tanıtacaklardı.

Kişiliklerini sanatla besleyeceklerdi. Bireyi ve toplumu yaratıcı, duyarlı, özgün olma yolunda geliştirecek, dönüştürecek atılımları destekleyeceklerdi.

İnsanlığın binlerce yıl içinde oluşturduğu kültürleri sanatları özümseyerek, mesleklerini becerilerini, yeteneklerini geliştireceklerdi.

Kabul görmüş evrensel uygarlık değerlerini izleyeceklerdi.

1989 yılında İçel Sanat Kulübü’nü kurdular.

Otuz altı yıl boyunca topluma ve insanlarına hizmet veriyor bu gönüllü topluluk.

Binlerce etkinlikle, doğurduğu çeşitli topluluklarla bağnazlığa, cehalete, yoksulluğa, özgürlük kısıtlamalarına, inanç ve cinsiyet ayrıştırmalarına karşı duruyor.

Söz ve düşünce özgürlüklerini, kadın erkek eşitliğini, kardeşliği, yurtta ve dünyada barışı savunuyor.

Kısa süre içinde topluma yararlı olduklarını kanıtladılar. Kentliler, kurumlar, devlet bu topluluğa destek vermeye başladı.

Devlet, kültür ve sanat amaçlı kullanılmak üzere ikişer katlı iki eski Mersin evini sanatsever, özverili, üretken bu topluluğa tahsis etti.

Bir binanın alt katındaki büyük salonu resital salonu işlevi verildi.

Salona hangi adın verileceğini saptamak üzere üyeler arasında bir anket düzenlendi.

Anketten Nevit Kodallı ismi birinci çıktı. Salona Nevit Kodallı Resital ve Konferans Salonu adı verildi.

Nevit Kodallı hayatında geniş bir yelpazede üretim yaptı.

Atatürk Oratoryosu, kantatlar, operalar ve bale müzikleri, orkestra eserleri, konçertolar, oda müzikleri; koro, şan, piyano eserleri bestelemiştir.

1981 yılında devlet sanatçısı olmuş, 1985 yılında profesörlük unvanı verilmiştir. Yurt dışından ve yurt içinden nişan ve ödüller almıştır.

Ankara’da yaşadığını, emekliye ayrıldığını ve emekliliğini Mersin’de geçireceğini duyduk, sevindik. Hareketli başarılı, üretken ve yaratıcı bir hayattan sonra Mersin’de sakin bir hayatı yaşayacağını, köşeye çekileceğini, belki arada bir beste yapacağını, güzel hayatından geride bıraktığı dostlarla, mektuplaşacağını, telefon görüşmeleri yapacağını, belki hatıralarını yazacağını, hayatında çok az olacağımızı düşünmüştüm.

Kendisini yakından tanımıyorduk. Bizler profesyonel sanatçılar değildik. Çeşitli mesleklerden, kadın /erkek, genç/ yetişkin, farklı ilgi/ farklı gelirleri olan insanlardık.

Eğitimlerimiz, kökenlerimiz çeşitli idi. Biz aramızda demokrasiyi, toleransı, karşılıklı saygıyı uygulayabiliyorduk. Acaba seksen yaşına yakın ömrünü yurt içinde ve dışında, sanatın içinde yaşamış, el üstünde tutulmuş bir üstada, bir hocaya gereken saygıyı gösterebilecek miydik, bizi benimseyebilecek miydi?

Bazı sözlerimiz yanlış bilgi içerecek, bilgiçlik olarak mı yansıyacaktı? Bize “Haydi oradan mı?” demek zorunda kalacaktı.

Hiç öyle olmadı. Onun tecrübelerinden, geniş bilgisinden yararlandık. Bir dünya sanatçısı olmasından, bize değer vermesinden gurur duyduk. Hiçbir zaman dudak bükmedi, bilmiyorsunuz, konuşuyorsunuz demedi söylediklerimize.

Doğa yürüyüşlerimize, söyleşilerimize, sergilerimize, kutlamalarımıza katıldı. Dergimize yazılar yazdı.

Müzik Festivallinde sanat kurulu üyesi oldu. Bizi ziyarete gelen valilerimiz, rektörlerimiz, konuk sanatçılarımız onu sordular. “Gelecektir muhakkak” dedik, muhakkak geldi.

Soframızda oturdu Olcay Hanım ile birlikte. Şirin bahçeli evlerinde Olcay Hanım’ın lezzetli yemeklerini yedik ağaçlar altında.

Büyük bir ödül aldık ondan bir gün: “Sizler müstesna insanlarsınız” dedi. Büyük bir ödüldü bu topluluğumuz için. Kâğıda dökülmemişti, basılmamıştı, plaket değildi. “Üzerimize tam oturmadı, büyük geldi” demedik. Onun bu iki sözcükten ne anladığını biliyorduk çünkü. Ömür boyu yarar ve değer üretmek için, tüm insanlığın selameti için çalışmak: öğrenmek, hep öğrenmek ve öğrendiğini insanlara vermek. İyi, doğru, üretken, yaratıcı olmak; güzelliklere yol açmaktı anladığı ve bize önerdiği.

Bir taziye için ziyaret etmek istemiş ve telefon etmiştik. Ziyaret saatinde gittik Aytül ile birlikte. Havalandırılmış, toz zerresi olmayan, güzel kokan, dağınık olmayan, düzenli, piyanolu bir salonda ağırlandık. Köy yakınında bahçe içinde bir evdeydik. Köyde olmamıza karşın, bizim için itina ile giyinmiş, hazırlanmış oldukları anlaşılıyordu. “Düzen mi başarıyı doğurur, başarı mı düzeni?” sorusu geliverdi aklıma. Güzel sözler duyuyorduk. Nezaket, zarafet yansıyordu. Yücelmiş olarak ayrıldık, sanki biz de büyüktük.

Doğarken herkes gülüyordu, ölürken herkes ağlıyordu. Onun için de söylenebilecek bir söz bu. Doğa yürüyüşlerinde elini tuttum, o bizi çukurlara karşı uyardı. Palmiyeler, portakal çiçekleri, zeytin ağaçları arasında, o zamanlar küçücük Mersin’de doğduğunu biliyoruz.

Nevit Kodallı kitapları bastık. Adını verdik birçok yere. İçel Sanat Kulübü Marşı besteledi bizim için. Çocuklar yetişiyor Nevit Kodallı Güzel Sanatlar Lisesi’nde.

Kabristana götürülmeden Müftü Camiinde arkadaşımız Vahap Kokulu yıkadı onu. Yıkarken dudakları kıpırdıyordu Vahap’ın, olasılıkla dua okuyordu veya hocanın yönettiği koroda bir zamanlar korist olduğu için, hocanın bir bestesini mırıldanıyordu belki de.

Gusülhane kapsının yanında duruyordum. Lina yanıma geldi, başını omuzuma dayadı. Tek söz etmedi, acı damlıyordu gözlerinden.

Havlusunu alıp, denize yüzmeye giderdi.

O gün yüzdükten sonra, denizle karanın birleştiği yerde, kumsalda diz çökmüş, yavaş yavaş uzanmış sonra tüm bedeniyle kumsala. Gelen giden küçük dalgacıklar yüzünü okşuyormuş.

Kuşlar alçaktan üzerinden uçuyormuş. Kuşlar veda ediyorlarmış ona henüz tam sökemediğimiz dillerinde. Sonra kuşlar susmuş, kayalarda patlayan dalgaların gümbürtüsü öne çıkmış.