05.07.2025

1953 yılında küçücük şiirin Akdeniz kenti Mersin’de doğdum. Hemen algıladım: bahardı, tüm kent portakal çiçeği kokuyordu. Evde birkaç dil konuşuluyordu. Her dil bir kültür taşıyıcısı olduğundan, kültürlerin içine doğmam ta o zaman kişiliğimi belirlemeye başladı.

Yetmişli yaşlara yaslandığım bugünlerde, hayat muhasebemi yaparken; dinlerle, kültürlerle, soylarla, geçmişlerle barışık insanların bu kentinde çocukluk yıllarımı yaşamış olmam, beynime, zihnime dikilen evrensellik fidanlarının ayırdına, bilincine geç vardım.

Yaşım ilerledikçe, burnumda tüten, zihnimde esen çocukluğumun çok kültürlü, dünyaya açık, farklı yıllarının, hakkını ne kadar verebildiğimi düşünüyorum.

Kültürlerin bileşkesini özümsememle, içermemle yüzlerce kitap daha okumuş, onlarca tiyatro daha izlemiş, daha fazla yazmış, çok üretmiş; o kenti ve insanlarını daha fazla anlatmış olmam gerekirdi. Orada benimle yaşamış insanların ilişkilerinin güzelliği, benzeri az yaşanmışlıkları, şiirlerle, romanlarla, filmlerle, tiyatrolarla geleceğin insanlarına anlatılmış olmalıydı.

“Bir dil bir insan” sözü var. Çok dil, geniş kültür, güçlü altyapı, zengin birikim, dünyanın ufuklarına geniş açılım demek. Çok kültür ilerlemeye, keşfe, zenginleşmeye, sorunları algılamaya ve çözmeye, bireyin ve toplumun mutluluğuna zemin hazırlıyor.

Büyükbabam, babaannem, babam, halam, amcam Lozan antlaşması çerçevesinde, Yunanistan ve yeni kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti arasında imzalanan zorunlu nüfus değişimi gereğince, Girit’ten Türkiye Cumhuriyeti’ne getirildiler. Yeni yaşamları için, kültürlerine yakın gördükleri Akdeniz kenti Mersin’i seçtiler. Rumca ve Türkçe konuşuyorlardı. Halam ve babam Girit’te Fransız okulunda okudukları için Fransızca konuşabiliyorlar, halam sabaha kadar Fransızca dergiler, kitaplar okuyordu. Evimizde yardımcı kadın Kürtçe konuşuyordu. Sokakta sohbet edenlerin çoğu, komşular Arapça, Levantenler Fransızca konuşuyordu. Konserlerde, gösterilerde yanımda, önümde, arkamda bazı izleyicilerin Rusça, Ukraynaca konuştuklarını duyuyorum. İngilizce dünya dili oldu ve Almanca konuşabiliyorum.

Mersin kurulmakta olan, geçmişi iki asrı geçmeyen, her yönden insanın gelip yerleştiği, çok dilin konuşulduğu bir kentti. Gelenlerin çoğu iş bulmak için değil, ticaret yapmak için gelmiş tacirlerdi. Balkanlardan, Kafkaslardan, Mezopotamya topraklarından, Girit’ten, Rodos’tan, Selanik’ten gelen insanlardı. Camiler, kiliseler, sinagoglar kuruldu kısa zamanda. İlk evi kuran Mavromatis’ ten sonra evler, depolar, iskeleler, konsolosluklar, imalathaneler kuruldu burada.

Üç milyona yaklaşan nüfusuyla Türkiye’nin önemli büyükşehri, önemli liman kenti oldu Mersin. Sanayi, tarım, lojistik, turizm, dış ticaret, kültür yatırımları ve hareketliliği ve güçlü kimliği ile hızla artan yoğunluğu ile dünyayla buluşuyor.

Birlikte yapılanlar can katıyor Mersin’e. Kötüyü iyiye, çirkini güzele, kederi sevince ve umuda dönüştürüyor Mersin’in çağdaş insanları; Yeni sesler veriyorlar dünyaya, çocuklarla, gençlerle, kadınlarla. Sesleri yükseliyor. Yürekleri hızla çarpıyor. Özverileri büyütüyor kurduklarını, kuracaklarını.